24 Eylül 2009 Perşembe

Aferim Charlesçığım Şirketi Çok Güzel Batırdın, Buyur Sana İkramiye...

Lehman Brothers'ın batmasının üzerinden bir yıl geçerken, krizin patlamasının sorumluları olarak görülen mahşerin dört atlısı neler yapıyor? Ben de bilmiyordum geçenlerde Referans yayınladı öğrendim.

Buyrun işte çıbanbaşları bunlar. Aralarında en çok Charles'a gıcık oldum, şirketi 2 yılda 28 milyar dolar zarara sokmuş, bir de buna 12 milyon dolar emeklilik ikramiyesi vermişler, şimdi Palmbeach'te golf oynuyormuş.

Bu ABD'nin serbest ticarete devlet karışmaz mevzuuları filan var ya. Adama kimse dokunamadı tabi. Obama iki el atayım diyor hemen ayaklanıyolar bizi sosyalist mi yapçan diye. Pankart alıp yürüyolar. Bu ABD'nin güneyindeki muhafazakarlar koskoca biftekleri löpür löpür yemekten, iyice et beyinli olmuş. Hayır bunlara müstehak diyeceğim, Charles bunlara az bile yapmış diyeceğim ama krize girince bizi de burada krize sokuyorlar.

Richard S. Fuld Junior: Lehman Brothers'ta krizin patlamasıyla işine son verilen eski CEO Fuld, riskli gayrimenkul portföylerini şişirmekle suçlanmıştı. Arkadaşlarının çoğu ona fırtına geçene kadar dışarıda beklemesini tavsiye ederken bir kısmı da geri dön ve savaşmaya devam et dedi. O ikinci grubun tavsiyesini dinledi ve kendi ticari danışmanlık şirketini kurdu. Matrix Advisors isimli bu şirkete Lehman'ın eski çalışanlarından bir kaç yardımcı da aldı. Bir yandan da hakkında açılan davalarla uğraşıyor. Arkadaşları Lehman'daki başarısızlığın Fuld'u derinden etkilediğini söylüyor.














John Thain: Merril Lynch'e 2007 sonunda atanan Bank of America'ya satılmadan önce 10 ay boyunca şirketi yöneten John Thain, ocak ayında Bank of America'yı ofisinin dekore edildiği ve birleşme öncesinde aldığı ikramiyenin tartışıldığı bir sırada bıraktı. Sözcüsünün yaptığı açıklamaya göre şimdilerde bazı şirketlerin yönetim kurulunda yer almak için görüşmeler yürütüyor. Bu yaz oğulunu evlendiren Thain, düğüne eskiden yöneticilik yaptığı Goldman Sacsh ve New York Borsası'ndan arkaşlarını çağırdı ama Merril Lynch'teki arkadaşlarını davet etmemesi dikkat çekti.
















Zoe Cruz: Bir zamanlar yatırım bankası Morgan Stanley'nin eş başkanı ve ABD finans dünyasının kalbi olarak nitelendirilen Wall Street'teki en deneyimli kadın yöneticilerden birisiydi. Ancak mortgage bağlantıla zararların bankayı sarması sonrasında 2007 kasımında işini kaybetti. Şimdi çeşitli seçenekleri değerlendirdiği belirtiliyor.













Charles O. Prince: Citigroup'tan 2007 kasım'ında ayrılmasında kısa bir süre önce banka son 2 yılda 28 milyar doların üzerinde zarar bildirmişti. Citigroup onun görevine son verdiğinde 12 milyon dolarlık ikramiye aldı. Şimdi zamanın büyük bir kısmını Palm Beach sahillerinde ve arkadaşlarıyla gol oynayarak geçiriyor.Washington merkezli danışmanlık firması Albright Stonebridge'te danışmanlık yapıyor. Prince ve uzun süredir patronu olan Sanford I. Weill, bir yılı aşkın bir süredir kamuoyu önünde açıklama yapmadı.

Elinizin Ayarı mı Yok Arkadaşım...

Hollandalı ve Alman süt üreticileri, Avrupa'da süt fiyatlarının düşmesini protesto etmek için 500 bin litre sütü Hollanda'nın doğusundaki Winterswijk'de tarlaya döktüler.

Hollanda süt üreticileri kuruluşu Dutch Dairymen Board (DBB) yetkilisi Geert Kroes, eylemlerinin ardından, ''Masraflarımızı bile çıkaramadık. Süt üretmek bize pahalıya patlamaya başladı'' dedi.

İyi de güzel kardeşim, anneniz size hiç tabakta pirinç bırakma arkandan ağlar, ekmeğin kırıntılarını dökerek yeme gece rüyana girer, elmayı öyle ısırıp ısırıp bırakma uçan tekme atar falan demedi mi? Bu ne ziyankarlık yahu.

Allah sizi bildiği gibi yapsın Hollandalı süt üreticileri, umarım daha beter olursunuz.

Neyse haber şöyle devam ediyor:

Hollanda - Almanya sınırındaki eylem, süt fiyatlarını protesto eden üreticilerin Avrupa çapında 40 milyon litre sütün dökülmesi eyleminin bir parçası olarak yapıldı.Winterswijk'deki eylemde tarlaya dökülen sütün, Hollanda'da ortalama bir süt üretim tesisinin yıllık üretimine eşdeğer olduğu bildirildi.





Barroso'ya mektup yazdılar

Avrupa Süt Üreticileri Federasyonu (EMB) üyesi olan DBB, Hollanda'daki 20 bin süt üreticisinin 4 binini temsil ediyor. Grev çağrısı yapan EMB'ye göre 40 binden fazla Avrupalı üretici, süt fiyatlarının artması amacıyla sütlerini satış için teslim etmedi.EMB Başkanı Romuald Schaber tarafından AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso'ya gönderilen mektupta, “on binlerce süt üreticisinin iflasın eşiğinde olduğu” belirtildi. Mektupta, “Süt fiyatlarına müdahale edilmemesi halinde sosyal barış tehlikeye girecek” ifadesine yer verildi.


Polonya'dan destek

Bu arada Polonya'nın da kotaların kaldırılması için süt üretim sektöründe yeni bir düzenlemeye gidilmesini isteyen Fransa ve Almanya'nın girişimine katılmasıyla, bu yönde bir düzenlemeye sıcak bakan AB üyesi ülke sayısı 19'a yükseldi.

Fransa ve Polonya tarım bakanları Bruno Le Maire ve Marek Sawicki, dün Varşova'da AB'de süt üretiminde yeni düzenleme yapılması için bir anlaşma imzaladılar.

Sakız Deyip Geçme 10 bin Yıl Geçmişi Var


Temmuz 2007'de Finlandiya'da, üzerinde diş izleri bulunan 5 bin 500 yıllık bir sakız bulundu. Ancak sakız çiğnemenin 10 bin yıl geriye gittiğini söyleyen bilim adamları var.

Sakız sadece çiğnenmedi. Aynı zamanda çanak çömlek ve ok başlarının onarımında tutkal olarak da kullanıldı, ağız enfeksiyonlarını tedavi amaçlı antiseptik olarak da...

İspanyollar 1500'lerde Mayaların sapodilla ağacının besisuyundan yapılan sakızı çiğnerken, 1600'lerde Amerikan yerlileri çiğneme alışkanlıklarını Avrupalı sömürgecilerle paylaştı.

1848'de John Curtis, ilk ticari sakız olan Maine Eyaleti Halis Alaçam Sakızı'nı piyasaya sürdü.

1869'da Ohiolu bir diş hekimi sakız için ilk patenti aldı.

1891'de William Wrigley Jr., sattığı her kabartma tozu kutusu ile birlikte iki paket sakız verdi ve sakız popülerleşti.

1928'de Walter Diemar tesadüfen balonlu sakızın formülünü keşfetti ve elindeki tek gıda boyasını ekleyerek parlak pembe sakızı elde etti.

1941-45 yıllarında Amerikan askerlerine erzak ve yiyecekleri ile birlikte balonlu sakız dağıtıldı.

1950'lerde şekersiz sakız piyasaya sürüldü.

1996'da sigarayı bırakmaya yardımcı olan ilk nikotin sakızı Nicorette satılmaya başlandı.

2007'de bilim adamları suda çözülen ve kaldırım veya giysilerden kolayca çıkarılabilen sakızı test edip geliştirdi.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Arabayı Kapan Bi Hevesleniyo Ama...





“Pilav Arabası” zinciri ilk olarak İzmir’de 5 ayrı noktada Orter Gıda tarafından görücüye çıkarıldı. Projeye imza atan Orter Gıda’nın kurucuları Cüneyt Ortan ve Ümit Özgünter, henüz bir tanıtım çalışması gerçekleştirmemelerine rağmen franchise taleplerinin yoğun olduğunu belirtiyor.

İki girişimci, kendilerinin de bu talepleri kısa sürede sonuçlandırarak İzmir ve İstanbul’da franchise taleplerini karşılamaya başladıklarını çok kısa bir sürede tüm Türkiye ve yurtdışında yayılımı sağlayacaklarını belirtiyorlar. “Pilav Arabası” projesi başlangıcından bugüne Reis Gıda ve Sütaş tarafından da destekleniyor.


Kurucu ortaklar, bir yıl içinde 100 adet pilav arabası ve köşe dükkanlarla franchise noktalarına ulaşmayı hedefliyor. Kriz ortamında da yeni iş alanları açmayı kendilerine hedef belirleyen ortaklar; pilav arabaları için 100 noktaya ulaştığında yıllık 12 milyon dolar ciro yapacaklarını ayrıca franchise sistemini talep edenlerin, pilav arabasına 15 bin dolar, köşe dükkana ise 30 bin dolar’lık bir bedel karşılığında anahtar teslimini alabileceklerini dile getiriyor.



Kadıköy pilavcı doldu
Bu haberden bağımsız bir hatırlatma, bir tespit yapmak istiyorum. Son zamanlarda Kadıköy'e uğradıysanız dikkatinizi çekmiştir, neredeyse her sokakta artık bir pilavcı var. Bunlara zaman zaman ben de gidiyorum, çok lezzetli pilav modelleri, gayet de ucuza sunuluyor.

Zaten normalde de sokaktan yenilen nohut pilavı çok lezzetli bulmuşumdur. Ancak çok sevmeme rağmen gece geç saatte eve dönerken, pilavın konduğu alanın çamur gibi bezle silindiğini gördüğümden beri yiyemiyorum. Gerçi bu sabit dükkan modeli pilavcılar çok mu hijyenik derseniz, tabi ki değildir. Ancak en azından kaplarını kacaklarını yıkayacak bir muslukları var.

Velhasıl eğer bu iş bir zincir olarak ele alınır ve hem hijyenik hem lezzetli olursa başarılı olabilir.


Moral bozmak gibi olmasın ama şu ana kadar bu tip girişimlerden sadece mısır taneleri satanlar başarı yakaladı. Aşağıdaki

Makarna
Hot Dog
Islak hamburger
Dürüm pizzacı


Bunlar da ciddi yatırımlarla, aynen bu şekilde arabalı gıda zincirine dönüştürülmeye çalışıldı. Ancak hepsi yerinde sayıyor.

Niye başarılı olmuyor diye uzun uzun neden aramaya gerek yok. Bunca kentlileşmeye karşın biz hala evde yemek yapıp, yiyebilen bir toplumuz.

Evde yemek yapıp yemediğimiz zaman ise balıkçısından kebapçısına sayısız alternatif var.

Bu yüzden doğru lokasyonda 3 tane, 5 tane iş yapar ama bunu 100 arabalık bir zincire dönüştürmek de öyle haberdeki gibi kolay olmaz. Makarnacı, dürüm pizzacı ve hot dog cı girişimciler de en başında, aynen bu haberdeki gibi iddialıydı çünkü. Sonra ses çıkmadı...

Bakalım göreceğiz...

4 Haziran 2009 Perşembe

Çamlıca Portakallı, Sen Nerdeydin Gözüm Yıllardır...


Fanta ve Yedigün ile başedemeyen, marka değerini koruyan ama artık penetrasyon sağlayamayan, perakende noktalarına ürün veremeyen Çamlıca'yı bir süre önce Ülker aldı, biliyor musunuz bilmiyorum...

Bunun gibi birçok ürün var. İlk aklıma geleni TGDF Başkanı Şemsi Kopuz'un satın aldığı Mis markası. Bir zamanlar süt dendiğinde, ayran dendiğinde 'Mis' derdik. Hala bile marka değerinin güçlü olduğuna inanıyorum. Birşeyler yaptılar, uğraştılar, Mis ile birlikte aldıkları Misbon markasını da tekrar tutundurmak için ayrı şirket bile kurdular ama şu ana kadar olmadı. Aslında niye olmadığının nedenlerini de biliyorum ama şimdi girmeyeyim o topa...

Bu arada bir zamanlar 'RC Kola' vardı yahu. Bak şimdi aklıma geldi. Bayaa bayaa raf payı almış, kendine göre müşteri portföyü sağlamıştı. O ne oldu?

Daha arasak çıkar bu tip markalardan. Tipitip, Big Babol, Yumiyum, Sulugöz, Turbo gibi... Bir de hiç unutamadığım Meybuz vardı. Elvan gazoz vardı. Jingle'ı ile beynime çakılan Capri Sun vardı.

Ben bunu ayrıca yazayım birgün. Asıl konuya dönersek...

Ülker, ürünlerin ambalajını değiştirdi ve sade, vişneli ve limonlu çeşitlerini raflara sundu.

Sonra da bir araştırma yaptırdı... Rastgele seçtiği insanlara en sevdiğiniz meyveli gazoz hangisi? diye sordu.

Sonuçlar geldiğinde bi baktılar ki uzun süredir üretilmeyen Çamlıca Portakallı ilk üçte.

İyi de biz bunu satmıyoruz ki diye düşündüler sonuçlara bakıp ve tekrar üretime başladılar.

Uzun süredir satılmayan bir ürünün, kendi segmentinde en sevilen üçüncü marka olması başlı başına ilginç bir olay zaten.

Daha ilginci bu kadar işin içinde olmama rağmen bana da sorsan, 'Ya Çamlıca'nın portakallı gazozu vardır, hani çocukken çay bahçesinde içerdik, bitmesin diye dibine yaklaşınca pipete dilimizi dayayıp geri iterdik, o en iyisidir' derdim.

Ben de bilmiyordum yani. Sevindim bu haberi duyunca. İlk rastladığım yerde alıp içeceğim bir tane...

Pepsi Pepsi Şaşırttın Bizi


Dünyanın en önemli hızlı tüketim markası Coca Cola, verilebilecek en üst düzey yetkilerinin hepsini bir Türk'e devretti, biliyorsunuz.

Türkiye'de tüketicilerden aldığı tepki, bu markaya sempatimizin nasıl tavan yaptığını çok güzel anlatıyor. Coca-Cola, Türkiye'de konsolide net satış gelirini 439,3 milyon TL'ye ulaştırdı ve tarihinde ilk kez 100 milyon kasayı geçti

Geçen yılın aynı dönemine göre firmanın konsolide satış hacmi yüzde 13,4 oranında artarak toplam 103,6 milyon kasaya, konsolide net satış geliri ise yüzde 12,2 oranında artışla 439,3 milyon TL'ye ulaştı.


Pepsi'nin bu sıçramaya vereceği yanıtın bünyesindeki iyi yetişmiş bir Türk yöneticiyi global çapta çok iyi bir pozisyona atamak ve bunu da medyada en iyi şekilde duyurmak olacağını düşünmüştüm.

Onlar daha zekice bir hamleyle!! Seda Sayan'ı marka yüzü yapmayı seçtiler.

Hani bazen absürd olması için bir şey söylersiniz. Mesela 'Metallica'nın ön gurubu olarak Türkiye konserinde Ajdar çıkacakmış' dersiniz.

'Pepsi'nin yeni marka yüzü Seda Sayan olacakmış' demek aslında bunun gibi bişey. Ne ürünün yapısı, ne markanın temsil ettiği duygular, ne hedef kitleyle uyum. Neresinden baksan absürd.

Bu kararın alındığı kreatif ortamı da çok merak ettim. Hiç mi aklı selim bir insan yoktu o masada 'ne yapıyoruz yahu biz' diyecek.

Bakalım Seda Sayan'ın halı ve terlik segmentinde satış artıran 'sabah programı sever' kitlesinin Pepsi'ye ne yararı olacak?

Cola Turka, ürünün tadını biraz daha tutturabilse, futbola bu kadar kafayı takmayıp daha değişik şeyler denese sonuç çok acı olabilirdi Pepsi açısından.

Ancak durum öyle değil ve alttan gelen kimse olmayınca bu tip 'hadi bir de bunu deneyelim, belki tutar' mantığı işleyebiliyor. Hatayı hızlı cezalandırabilecek üçüncü bir marka yok çünkü...

Bana Money Card İşlemez


Pazar sabahı kahvaltılık birşeyler almak için çıktım. Önce sebze meyve almak için Şok'a uğradım. Daha ucuz ve çeşidi bol...

Ardından peynir almak için giderek yayılan uzmanlık mağazalarından birine girdim. 'Trakya Süt Ürünleri' diye peynir, zeytin, pastırma tarzı şeyler satan bakkaldan biraz büyük bir işletme. En az 7-8 çeşit peynir bulunduruyorlar ama benim oraya gitmemin nedeni hakiki 'Şengören Ezinesi' satan tek yer olması.

Tabi bu amcalar gayet naif bi şekilde işlerini sürdürüyorlar ve uzmanlık mağazası açtıklarının falan farkında değiller. Sorsan 'o ne ki hemşerim' derler. Ancak yaptıkları çok doğru bir iş.

Neyse bu ayrı bir yazı konusu, zaten şu bakkallar niye öldü ki, tarzı ağlak söylemlere sinir oluyorum. Bu devirde hala ne bakkalı. Özellikli bişey yap işte, çok sağlam şarküteri getir, ya da çeşit çeşit şarap ve çikolata getir. Bişeyde uzmanlaş ve gereksiz tüm ürünleri o dükkandan at. Mümkünse de bir beyaz önlük giyip, biraz etrafını temizle.

Bunu yapmaktan acizsen de öl git zaten. Ne bela geyikmiş bu 'bakkal amca' anlamadım ki...

Konuyu dağıttım toparlayayım. Şok ve peynircinin ardından da Tansaş'a gittim. Çünkü Eker'in yayık ayranı sadece orada satılıyor ve ben öyle muhteşem bir lezzet varken başka bir ayran içmem.

Alışverişimi en son Dia'ya giderek noktaladım zira 'Duru'nun Egzotik Kokulu Duş Şampuanı'nın büyük boyu sadece Dia'da var.


Bu durumda 'müşteri sadakat kartı' bana hiçbir surette işlemiyor. Nitekim Tansaş'taki kasiyer 'Siz de alın' dedi, 'Yok ben sizden sadece Yayık Ayranı' alırım dedim.

Şimdi bu yazıyı okuyan kardeşim sen psikopat müşteriysen perakendeciler ne yapsın? diyebilir...

Fakat gel gör ki sokakta elinde 5 ayrı marketin poşetiyle dolaşan bir sürü kadın görüyorum. Her yere giren discount larla birlikte hızlı tüketimdeki müşteri profili giderek benim gibi manyaklaşmaya başladı. Hiçkimsenin tek bir markete sadakati yok artık.


Bu kartın daha ziyade gıda dışı ürünlerde ve büyük metrekareli formatlarda kullanılacağını düşünüyorum. Orta ölçekli bir Tansaş'tan 100 liralık ne alabilirsin ki? Ekmeği, zeytini alsan peyniri sana uymuyor. Mutlaka bir yerinde falsosu var.

Belki fırın mırın ya da bir elektronik alacaksan büyük bir Migros'ta bir kerelik iş yapar. Sonra at kenara gitsin.

Olur mu canım, ben sadece Migros'a giderim, ayda bir iki defa 100 liradan fazla doldurur sepeti çıkarım mı dediniz?

İyi de sen zaten kalender müşterisin o zaman... Migros niye senden aldığı 100 liranın 25'inden oluyor ki. Zaten gidiyormuşsun işte...

Buradaki hedef kitle sen değilsin canımın içi... Benim gibi onu ordan, bunu burdan alan kıl müşteriler.

Ama bu saatten sonra sökmez bu taktikler artık kolay kolay...

2 Haziran 2009 Salı

Bill Koçum, Kim Veriyor Sana Bu Akılları...?


Hayatta en uyuz olduğum şeylerden biri, ekranda birşey göstermek için gelip monitörüme dokunulmasıdır. Bu yüzden 10 yıllık arkadaşımla tartıştığım olmuştu.

O parmak izi beni çileden çıkarıyor. Bunun için her zaman monitörümün yanında bir bez bulundurum.

Şu anda ofiste öyle bir bezim yok, kayboldu. Bu görevi Coca Cola'nın gönderdiği tüylü bir kutup ayısı peluşuna verdim. Ekranda parmak izi olunca kutup ayısının poposunu kullanıyorum. Bezden daha iyi randıman sağlıyor.

Benim bu hassasiyetimi duyan Bill Gates abimiz, yememiş içmemiş dokunmatik Windows çıkarmış. Bundan sonra ekranı parmaklaya, parmaklaya çalışacakmışız.

Bir elimde kutup ayısı öbür elim ekranda çalışırım artık.

Haberi de şu şekilde:


'Microsoft mühendisleri, dokunmatik Windows 7 üzerinde son çalışmalarını tamamlarken Türkçe Dil Paketi için yapılan hazırlıklar son aşamaya geldi.Windows 7 Ultimate Türkçe Dil Paketi Test Sürümü 26 Mayıs’ta kullanıcılarla buluştu.

Windows 7 ile kullanıcılar, bilgisayar sistemlerini çok daha hızlı başlatıp, aynı hızda kapatabiliyorlar. Windows 7’yi cazip kılan ve üzerinde çok konuşulması beklenen çoklu temas teknolojisi, kullanıcının PC ekranında yapacağı birkaç parmak dokunuşuyla istediği dosyaya, bilgisayara veya cihaza saniyeler içinde erişmesini sağlıyor.'

1 Haziran 2009 Pazartesi

Gıda Perakendesinde En İyi 10

Forbes Traveler dergisi, dünyanın en iyi 10 gıda market ve pazarını listelemiş. Listede Mısır Çarşısı’nın olmaması düşündürücü ama yine de ilgi çekici bir araştırma…


1- Tsukiji Balık Pazarı (Tokyo): Tokyo'nun anlatıldığı hemen hemen her kent rehberinde kendisine yer bulan pazarda, her çeşit deniz ürünü satılıyor.





2- Ferry Building Marketplace (San Fransisco): Sertifikalı çiftçilerin sattığı ürünlerle bilinen Ferry Building Marketplace, sadece salı ve cumartesi günleri açık. Her türlü gıdanın temin edilebildiği pazaryerini günde yaklaşık 15 bin kişi ziyaret ediyor.

3- La Grande Epicerie (Paris): Neredeyse yeryüzündeki tüm tatları bir markette toplayan devasa La Grande Epiciere, her yerde tanınan pembe hediye kağıdına sarılı çikolatalarıyla biliniyor.

4- Mercat de la Boqueria (Barselona): Gıda sektörünün merkezi olarak tanımlanan İspanya'da, 1700'lere uzanan tarihi bir geçmişe sahip Mercat de la Boqueira, birçok kapatılma tehlikesine karşın ayakta kalmayı başardı.



5- KaDeWe Gurme Katı (Berlin): Çok katlı bir alışveriş merkezinin 6 ve 7. katında bulunan Gurme Katı, 30'dan fazla tezgahta satılan ürünleri ve özellikle istiridye barıyla tanınıyor.

6- Mercado de la Merced (Mexico City): Ülkedeki tüm özel tatların sergilendiği lezzet konseptli bir alışveriş merkezi.

7- Greenmarkets (New York): Son yıllarda büyük rağbet gören "The Union Square Greenmarket", kendisini, kentteki taze meyve ve sebze satılan tek yer olarak kabul ettirdi.




8- Peck (Milano): Müze görünümüne sahip market Peck, kahveden ete uzanan satış yelpazesini yüksek fiyatlar ve iyi hizmet kalitesiyle sunuyor.





9- Takashimaya (Tokyo): İşletme, birden çok markanın bir araya gelmesiyle oluşmuş bir alışveriş merkezi görünümünde. Görkemli süpermarketin yanı sıra her biri sadece tek bir ürüne odaklanmış sayısız büfelerle donatılmış.

10- Borough Market (Londra): Toptan satışın merkezi konumundaki Borough Market, sadece salı ve cumartesi günleri açık. 250 yıldan uzun bir süredir faaliyette…

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Bile Bile BİM'e Bağlanmak







BİM'in Başarısını Yakalayabilecek İkinci Bir 'Discount' Çıkar mı?

Soru bu?

Cevabım: Aziz Zapsu'nun çekinmeden harcayabileceği bir 100 milyon doları daha yoksa 'Hayır çıkmaz'...

Zira 'discount' dediğiniz konsept 50 şubeyle, 100 şubeyle olacak iş değil. En az 500 şubeniz olduktan sonra 'discount' olmanın yararını görmeye başlıyorsunuz.

O 500'e gelene kadar da durmadan şube açmak ve 'cepten yemek' durumundasınız.

Bu yüzden arkasında 'Zapsu'nun sahip olduğu tarzda bir sermaye gücü olmayan projeleri 'iyi niyetli ama işleri çok zor' sınıfında değerlendiriyorum ne yazık ki...

Kaldı kı bırakın yerel sermayeyi 'Şok' ve 'Dia' gibi uluslararası sermayeler bile BİM ile kafa kafaya at koşturamadı.


Zapsu'nun A101'inin ise doğru yaptığı iki iş var.

1) A101, Bank Asya ile gelecek günlerde planlanan halka arz çalışmaları ve büyümeyle ilgili yeni kaynak yaratılması konularında anlaşma sağladı. (kriz ortamında Bankalardan bu tip bir kaynak sağlamayı Aziz Zapsu dışında kim başarabilir?)

2 Yeni ve etkili Private Label (PL) ürünler oluşturabilmek için uluslarası ürün geliştirme şirketi Landmark Holding ile anlaştı.


Gelelim BİM'e...
BİM'i başarılı kılan faktörlere de bir göz atalım. Öyle 20 madde yazmaya gerek yok. Mevzu açık:

1) Ezici bir satınalma gücü

2) Her segmentte en az bir başarılı PL ve birkaç 'kendine bağladığın firma' ile raflarının hakimiyetini ele geçirmek.




Şimdi yazıya devam etmeden 'kendine bağladığın firma' dan ne anladığımıza bakalım...

Çetrefilli ve akademik olmaya çalışırken ukela olan yazıları sevmem. O yüzden basit açıklayalım.

Diyelim ki sucuk üretiyorsun. Her markette ayrı raf bedeli ödemekten, hepsine ayrı anlaşmalar yapmaktan ve her anlaşma tazelemede 'gondol bedeli, insert bedeli, promosyon bedeli, yeni mağaza açtım bedava ürün ver teranesi vb.' gibi mevzulardan ocağına incir ağacı dikilmiş.


BİM'e gidiyorsun. Önce bir ürününü, tesislerini, fiyatını vs. masaya yatırıyorlar.

Sonra da diyorlarki 'Kardeşim benim 2 bine yakın mağazam var. Senden öyle bir satınalma yapacağım ki önümüzdeki 5 yılın garanti. Ancak ilk anlaşmada fiyatı gebertirim. Ama kendini buna göre ayarlarsan sonra sana zırt pırt onun bedeli, bunun bedeli diye dönmem. Anlaşmaya sadık kalırım, paranı da günü gününe alırsın'


Canıma minnet diyorsun ve BİM'e bağlanıyorsun...

Bu kadar basit.

Her segmentte bu tip bir firman varsa, yanına da rekabetçi bir PL çıkarıyorsan zaten o ürün grubunda ulusal markalar da sen ne dersen 'eyvallah' demek durumunda.

Sonuç ise tartışılmaz bir başarı.

Fayda'nın 'Fayda'sı Olacak mı?


Bilindiği gibi, PERDER üyesi yerli organize perakende markalarının ortak projesi Fayda A.Ş., geçtiğimiz yıl 19 Temmuz’da start almıştı. Fayda üyesi 73 perakende zinciri, kurulan şirkete eşit hisseyle üye olmuştu.

Fayda A.Ş.’nin daha o günlerde açıkladığı hedef, gıdadan tekstile, kozmetikten elektroniğe kadar birçok segmentte 10 tane güçlü marka yaratmaktı.

Bu markalar, Fayda üyesi olan her firmanın mağazalarında yer alacak, dolayısıyla büyük bir iş hacmi ve rekabetçi ürünler ortaya çıkacaktı.

Uzun süredir her ayrıntısı düşünülerek hazırlanan proje artık hayata geçirildi ve bugün kamuoyuyla paylaşıldı. Çıkarılması planlanan 10 üründen ilk ikisi, üye firmaların raflarında yer almaya başladı.

İlk iki ürün, gıda ve temizlik kategorilerinde hazırlandı. Gıdada yağ, reçel, süt ve süt ürünleri gibi temel ürünlerde ‘Neffis’ markası, temizlik ürünlerinin tamamında ise ‘Saff’ markası raflarda yer alacak. Bu ürünleri satışa sunan üye kuruluşlar mağaza vitrinlerinde ‘F’ harfini bulunduracak.

Kritik nokta
Buraya kadar herşey güzel. Ancak endişe verici birkaç nokta var. Öncelikle satınalma ile ilgili süreçte alınan fiyatların yeteri kadar cazip olamadığı yönünde yapılan itirazlar Fayda'nın geleceğine dair üyelerin birliğini zorlayabilir gibi gözüküyor.

Üyelerden bazıları alınan fiyatları kendi kendilerine zaten aldıklarını, dolayısıyla şirkete yaptıkları yatırımı tam olarak alamadıklarını dile getiriyorlar. Ben bu görüşe katılmıyorum çünkü önemli olan optimum başarıyı sağlamak ve her üyenin uygun fiyattan ürün almasını sağlamak.

Tabi satınalmasının içinde sadece yağa odaklanan bir zincir, sadece yağ için uygun bir fiyat alabilir. Ancak bu proje, temel bütün ürün kategorilerinde üyelerin 'iyi fiyat'la rekabet edebilmesini sağlamayı amaçlıyor.

Şirket yönetiminin bu endişeleri bertaraf etmesi için bir an önce diğer ürünleri de netleştirip, toplamda bir 'Fayda' sağlandığını göstermesi gerekiyor.

Ancak ikinci sıkıntı da burada başlıyor. Gerek ürünlerin bütün üyelere ulaştırılması, gerek Fayda raflarında görsel bütünlük sağlanması, gerekse de diğer ürünlerle ilgili sürecin hızlandırılması için profesyonel bir ekip çalışması gerekli.

Kendi markalarında zaten yeterince işi olan perakendecilerin bu süreci götürmeleri zor. Onlar da bunu bildikleri için Kipa'daki PL operasyonunda isim yapmış, tecrübeli bir yönetici olan Ahmet Yontar'ı Fayda'nın başına getirmişlerdi.

Ancak Ahmet Yontar görevi, ekibiyle birlikte bıraktı. Ya da o bırakmadı yönetim Ahmet Bey'den bırakmasını istedi. Bu kısmı çok önemli değil.

Önemli olan Fayda'nın doğru yaptığı işten, 'süreci daha önce yaşamış profesyonellerden destek almak'tan vazgeçip geçmeyeceği.


73 ortağın olduğu bir yapının aile şirketi gibi yönetilemeyeceği ortada. Dolayısıyla mutlak suretle operasyonun başına profesyonel yöneticiler getirilmesi şart.

Diğer bir şart ise bu Fayda'nın başındaki yöneticinin marka oluşturma ve yönetme sürecini hakkıyla uygulayacak kadar 'profesyonel' ama 73 patronu bir arada idare edebilecek kadar da 'sabırlı' olması...

Öyle bir yönetici yok dediğinizi duyar gibiyim... Fayda'nın başarılı olması için öyle bir yönetici olmak ya da yoksa bile yaratılmak zorunda...

Uzun Bir Aranın Ardından...

Blog yazmak, eğer benim gibi sürekli yazan ve hayatını bu işle kazanan biriyseniz kolay gibi gözüküyor.

Elimde yeterli materyal var, kulağıma her türlü fısıltı geliyor, bu fısıltıları yazıya dökmek için istediğim kaynağa ulaşabilecek çevrem ve imkanım da var.

Peki neden aylardır yazamıyorum?

İş değiştiren her profesyonelin yaşadığı alışma süreci ve işi oturtmak için harcanan çaba, blog yazmak için gereken motivasyonu da alıp götürüyor desem...

Bugünden sonra bahane uydurmamayı ve blogumu düzgün güncellemeyi hedefliyorum.

Umarım başarırım.