17 Aralık 2007 Pazartesi

Çözüme Odaklı İletişim Gerekli


Perakendenin kendine ait bir yasası olacaksa, tarafların maddeler üzerinde uzlaşma arayışları gerçekleştirmesi gerekiyor. Öte yandan konunun içine toptancılar, esnaf odaları, bakkallar ve benzeri taraflar girdikçe daha da çözümsüz bir hâl alıyor.

Ticaret Odaları’nda ve benzeri platformlarda perakendecilikle ilgili toplantılar gerçekleştirildiğinde, uluslar arası ve ulusal markaların temsilcileri karşısında, 10 yıl önceki sistemin güzelliğinden bahsedip konuyu daha da çıkmaza sokan toptancı derneği temsilcilerini ya da bakkalları değil ‘yerli organize gıda perakendecileri’ni bulmalı.

Bu şekilde olmadığında toplantılar, dişe dokunur hiçbir çözüme ulaşılmadan ve bilindik sözler tekrarlanarak geçiştiriliyor.

Tartışmayı bu kadar genele yaymadan öncelikle perakendeyi temsil eden iki güçlü organizasyonun; Türkiye Perakendeciler Federasyonu ve AMPD’nin çeşitli ortamlarda müzakere etmesi gerekiyor.

Umuyorum taraflar kendi içinde sağlamayı başardıkları sağlıklı iletişim ve bilgi akışını, yıllardır süren bu çözümsüzlüğü aşmak adına birbirleri arasında sağlamayı başarabilir.

Yeni Trend: 'Perakendede İzdiham Yönetimi'


Alışveriş merkezi projelerinin dikkat çektiği bu yıl içinde, açılış takvimini yılbaşına göre ayarlayan birçok yatırımcı var. En büyüklerinden biri Aralığın ilk haftası Bakırköy’de faaliyete başlayan Capacity oldu.

Sana’yı Unilever aldıktan sonra fabrika Çorlu’ya taşınmış, Bakırköy’deki arazisi ise uzun süre çeşitli söylentilerin odağı olmuştu.

Son olarak spor salonu yapılması beklenirken, İstanbul’un en değerli arazilerinden biri daha ‘perakendeye yâr oldu’ ve tam anlamıyla ışık hızıyla Capacity konduruldu.

Birçok yeni markanın hizmete girdiği merkezde İstanbul’daki ilk şubesini açan İngiliz elektronik perakende zinciri Electro World dikkat çekenlerin başında geliyor. Bu mağazanın açılışında inanılmaz bir kalabalık vardı ancak olağanüstü tedbirler alınarak herhangi bir izdiham yaşanılması önlendi.

Firmanın genel müdürü açılıştan sonra ‘izdiham yönetimi’ konusunda bir aydır yöneticileriyle çalıştıklarını söyledi. Böylece ‘kategori yönetimi’, ‘stok yönetimi’, gibi tabirlere alışmış perakende literatürüne yeni bir terim eklenmiş oldu.

Eğitim danışmanlık firmaları yakında müfredatlarına ‘izdiham yönetimi’ diye bir konu koyarsa şaşırmayın.

21 Kasım 2007 Çarşamba

Ortaklık Süreci Tüm Sektör İçin Kritik Olacak


Makromarket ve Uyum bundan böyle, makro ciroları, bir arada uyum içinde yakalamaya çalışacak. Bu gelişme, sektörden iki şirketin birleşmesi şeklinde basite indirgenemeyecek kadar önemli sonuçlar doğurur.

Eğer başarılı olurlarsa - ki samimi şekilde başarılı olmalarını temenni ediyoruz – bu karar, perakende sektörünün mevcut yapısını kökünden değiştirecek bir süreci başlatacak. Meydana gelecek domino etkisinin hızını kestirmek güç tabi. Öte yandan etkinin bütün domino taşlarına dokunacağı ve kimsenin kayıtsız kalamayacağı açık.

Başarısızlık ise zamanında İSMAR denemesinin kötü etkisinin daha sonra dernekleşme sürecinde yerel perakendeye yaptığı etkiye benzer bir etki yaratabilir. En organize iki yerelin başaramadığı bir işe, diğer markalar uzun süre soğuk bakmak zorunda kalabilir.

Her iki şirkete de samimi şekilde başarılar diliyorum, özellikle yeri markaların kendilerini bekleyen zorlu günlerde güç birliğine çok ihtiyacı var.

Fuarlar Başarılı Olmayacaksa Niye Yapılır?


Fuar sezonu resmi olarak açıldı...

İstanbul Gıda Fuarı ile başlayan, Antalya ‘da Food Product ile devam eden ve yine İstanbul’da Private Label fuarıyla biten üçlünün ilk ayağı geçildi. Kasım ve Mayıs ayları arasındaki bu dönemde, üç büyüğün yanında değişik kentlerde birçok ufak çaplı fuar da gerçekleştiriliyor.

Ayrıca daha özelleşmiş, belli ürünlere yönelik düzenlenen fuarlar da var. Öte yandan yıllardır bu üç organizasyonun dışındakiler için çeşitli sancılar söz konusu... Yurt içi ve dışından perakendeci kuruluş temsilcilerinin alanda olması, gıdayla ilgili bir fuarın başarısının öncelikli şartı.

Antalya zaten kentin özel konumu ve fuarın iyi ayarlanmış takvimi ile başarıyı yakalıyor. CNR ise doğru hedef kitleyi fuara getirmeyi kesinlikle iyi öğrendi.

Diğer fuarların başarılı olabilmesi için gereksiz ziyaretçileri uzak tutup, perakende zincirlerinin üst düzey yetkililerini fuara getirmeyi öğrenmeyi gerekiyor.

Bu konuda örnek göstereceğim çalışmayı 2008 Nisan'ında yapılacak FMSG Fuarı için Sine Fuarcılık yaptı. Şimdiden Türkiye Perakendeciler Federasyonu'nun desteğini alarak, fuarın başarısını aylar öncesinden garantilediler.

Diğer fuar şirketlerine duyurulur.

Kararların Verileceği Günler


Bu ayın gelişmesi Makromarket’in Afra’yı satın alması oldu. Kombassan’ın şirketi olan Afra, marka değeri yüksek bir perakende zinciri... 2000’lerin başında şu an faaliyet gösterdiği kentlere ilk alışveriş merkezlerini Afra açtı. Dolayısıyla bu bölgelerde modern perakendenin simge markası oldu. Bu çerçevede değerlendirdiğimizde Makromarket için doğru bir satın alma oldu.

Tabi ki söz konusu Makromarket olunca, olayı daha geniş perspektiften incelemek gerekli. Öncelikle Türkiye Perakendeciler Federasyonu üyelerinin hangi yol haritasını izleyeceği iyice netleşti. Uyum ortaklığıyla birlikte İstanbul ve Ankara’nın en büyük yerli zincirlerini içeren yapı, bünyesine Konya ve İç Anadolu’nun Ankara dışındaki illerindeki en büyük yerli zinciri kattı. Böyle bir ivme yakalanmışken, İstanbul ve Ankara’dan önemli perakende markalarının Makro – Uyum’a katılımlarının an meselesi olduğunu düşünüyorum. Katılımları geciktiren konu, PERDER’in içinde aktif rol alan isimlerin diğer ortaklarını ve aile bireylerini ikna sürecinin uzaması olabilir.

Uzun vaadeli düşünmek isteyen firmalar için iş ortakları perakendecilerdeki bu değişimi takip etmek hayati önem taşıyor. Yalnız başına küçük hacimli bir perakendecinin kısa sürede çok güçlü bir ortaklığın parçası olma ihtimali var. Doğru hamleler yapan üretici firmalar için çok güzel fırsatlar olduğu kadar değişen şartlarla zor duruma düşme tehlikesi de var. Üretici ve tedarikçi cephesinin şu aralar işleri oldukça zor ancak yerellerin karar aşamasında, Migros’un ise yeni sahibinin en geç 2008 Şubat’ta belli olacağını düşünürsek önümüzdeki yıl bulutlar aralanacak ve ufuk görünecektir.

9 Ağustos 2007 Perşembe

Teknoloji Marketleri, Gelecek 10 Yılda Kuralları Baştan Yazacak


Biliyorsunuz Capital 500 yayınlandı. Listeyi elime aldığımda dikkatimi ilk çekenlerden biri Teknosa oldu.

99’nculuktan 75’nciliğe çıkan şirket, geçtiğimiz yıl 798.307.075 YTL ciro yapmış.

Türkiye'deki garip bayilik sisteminin değişeceğini ve teknoloji marketleriyle, yapı marketlerin ilerleyen günlerde pazarı bambaşka bir noktaya taşıyacağına inanıyorum. Bunu çeşitli mecralarda dile getiriyor ve yazılarımda da yer veriyorum.

Firmanın bugünlerde dikkat çeken bir yeniliği daha var.Teknosa Cep Mağazaları ile sektöre yeni ve farklı bir mağaza konsepti kazandırıyor.

Genel Müdür Mehmet T. Nane, Türkiye teknoloji perakendeciliği sektörünün lideri Teknosa’nın büyüklüğüne ve yaygın hizmet ağına yakışan bir yeniliğe ve sektörde bir ilke imza attığını belirtiyor.

Mehmet T. Nane, konuyla ilgili basın açıklamasında şöyle konuşuyor: “Teknolojinin hızla gelişmesiyle beraber, teknoloji ürünlerinin fonksiyonları ve özellikleri artıyor, boyutları küçülüyor. Teknosa olarak, tüketicilerin günlük hayatlarında sıklıkla kullandıkları ve sürekli yanlarında taşıdıkları bu teknoloji ürünlerinin satışının yapılacağı Cep Mağazaları konseptini oluşturduk. Dijital fotoğraf makinesinden cep bilgisayarına geniş bir ürün yelpazesini farklı bir mağaza ortamında tüketicilere sunuyoruz. Onlara, Teknosa uzmanlığını ve güvenilirliğini hissedecekleri, keyifle alışveriş yapacakları bir platform yaratıyoruz. Aynı zamanda küçük ve orta ölçekli perakendecilere kurumsal yapımız, satış ve satış sonrası hizmetlerimiz ile örnek olmayı hedefliyoruz.”

PEBEV Perakende Kataloğu Yayında, Tavsiye Ederim...


PEBEV Perakende Kataloğu, marketler, mağazalar, alışveriş merkezleri ve tedarikçileri hakkında ayrıntılı bilgi alabileceğiniz elektronik bir bilgi platformu. 2006 yılında Türkiyenin ilk ve tek marketler ve tedarikçiler kataloğunu yayınlayan PEBEV tarafından hazırlandı.

İçeriğinde perakende sektörüne ait güncel bilgiler yer alıyor. Bunlar, temel kartvizit bilgileri dışında firmanın tüm altyapısı, yönetimini ve hakkında çıkmış haberleri belirtiyor. Ancak, alışveriş merkezleri ve mağazaların bilgileri geçici bir süre için yalnızca kartvizit bilgileri ve ilgili haberleri kapsayacak şekilde sunuluyor.

PEBEV Perakende Kataloğu, Türkiye'nin ilk ve tek elektronik ve sorgulanabilir kataloğu olma özelliğini taşıyor.

http://perakendekatalogu.com/

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Rahat Rahat Dolaştığımız Mağazalar Depreme Hazırlıklı mı?


Yaz soğuklarında püfür püfür klimalı serin mağazalar. Marketlere girip, evinizin tüm ihtiyacını kolay ve birçok seçeneği bir arada görerek alma imkanı ya da bir alışveriş merkezinde, rahatsız eden olmadan onlarca mağazayı dolaşabilme özgürlüğü...

Dinlenme alanları, otoparkı, tuvaletleri, yeme içme alanları, sineması ile kent insanının kendini en rahat ve güvende hissettiği mekanlar...

Peki insanlara bu duyguları yaşatan perakendeciler, Türkiye’nin önemli bir gerçeğine; ‘depreme’ yeterince hazır mı?

Bina sağlamlığı açısından alışveriş merkezlerinin önemli bir sorunu olmadığını düşünebiliriz. Neticede büyük metrekarelere kurulan ve inşaat alanındaki en modern sistemlerin kullanıldığı yapılar bunlar. Fakat depremde yıkılan yapılar kadar, devrilen veya sürüklenen eşyaların, yangınların, patlamaların ve panik halindeki insanların birbirine verdiği zararın can kaybına yol açtığını tüm uzmanlar dile getiriyor.

Gece geç saatlerde yaşanan 1999 depreminde bunlar olmadı. Alışveriş merkezleri ve marketler kapalıydı. Ancak insanların yoğun olduğu bir saatte, örneğin haftaiçi bir akşam üstü, haftasonu bir öğleden sonra ya da Ramazan ayında iftardan birkaç saat önce deprem yaşanırsa ne olur?

Küçük metrekarelerde hizmet veren marketler için iyi yer bulmak giderek zorlaşıyor. İyi bir yer bulunduğu zaman hemen mağaza açmak için yarışıldığı bir dönemdeyiz. Birkaç ufak dükkanı birleştirip tek bir markete çevirmek de sıkça gördüğümüz bir uygulama. Bu mağazaların çoğunda küçük bir çıkış kapısı var. Çoğunlukla tamamen cam olan bu kapılarda, genellikle de alışveriş merkezlerinin kullandığı patlamayan bor alaşımlı camlar kullanılarak ekstra masraf edilmiyor.

Bu kapıların önünde genelde çok yer kaplayan POS cihazları ve market arabaları duruyor. Kasanın yanında ve tepesinde duran ürünler kafanıza düşüp yaralanmadan ya da market arabalarına çarpmadan kapıya ulaşırsanız bir sorun daha var. O da deprem anında genelde kapıların sıkışması. Dar kaldırımlar üzerine, işlek alanlara açılan mağazalar, kaldırımdan geçen insanları yaralamamak için normal görünen bir uygulamayla kapılarını içeri doğru açıyor. Ancak içeri açılan kapının, menteşelerdeki basınç nedeniyle deprem anında sıkışma riski var.

Kapı açıldı, cam kırılmadı, birileri koşarken size çarpmadı ve kendinizi dışarı attınız. Bu durumda dahi ya yine yıkılma tehlikesi olan binanın altında beklemek, ya da kendinizi yola arabaların içine atmak zorundasınız.

Aslına bakarsanız uzmanların da söylediği gibi yapılabilecek en mantıklı şey, olduğunuz yere çöküp paniğe kapılmadan beklemek. Ancak bunun için tabi ki marketin bulunduğu yapının sağlam olması gerekiyor.

Yapı sağlam olduğu takdirde en büyük tehlike, raflardan düşen ürünler... Bazı marketlerin sınırlı metrekarelere daha fazla ürün sığdırabilmek adına inanılmaz sıkışıklıkta raf aralıkları bıraktığını hepimiz görüyoruz. Bu durumda mağaza içinde güvenli çok fazla alan da kalmıyor. Mağazanın içinde çalışan gaz kaynakları ve fırınlar da, eğer o anda sigara içen bir personel varsa çok büyük bir tehlike arz ediyor.

Mağazalara izin verilirken mutlaka binanın sağlamlığının tespit edilmesi, kapıların standartlara uygun, deprem anında elektrik kesilse bile enerjisi kesilmeyen otomatik açılır kapılar olması, döner kapı kesinlikle kullanılmaması, mağaza içindeki ayna ve camların parçalanan değil kendi içine dökülen camdan yapılması, rafların arasında dökülen ürünlerden korunacak güvenli bir mesafenin bulunması, gazı otomatik kesen bir sistem olması, yangın söndürücülerin yeterli sayıda olması, personele kullanma eğitimi verilmesi ve bakımlarının periyodik yapılması, personelin sigara içmemesine maksimum hassasiyet gösterilmesi ilk akla gelen uygulamalar.

Bunların şu anda ne kadarının uygulanabildiği ise AMPD ve PERDER’lerin konuyla ilgili tatmin edici çalışmalar yapmamasından dolayı henüz bilinmiyor. Ancak bizim gördüklerimiz çok iç açıcı değil.

Karamsar bakış açısını bir kenara bırakıp bardağın dolu tarafından bakarsak, mağazaların birçoğunda gaza duyarlı yangın sistemleri olduğunu unutmamak gerek. Perakendeciler, mağaza açabilme izni alırken belediyelerden bina sağlamlığı ve diğer prosedürlerde gerekli izinleri de alıyorlar.

Dolayısıyla mağazanın içinde kalmak aniden sokağa fırlamak veya kapıya yüklenmekten çok daha güvenli. Tam bu noktada karamsarlığımız yine ortaya çıkıyor çünkü personel sirkülasyonu yüksek sektörde, deprem anında ne yapılacağına, müşterinin ve kendilerinin can güvenliğini nasıl sağlayacaklarına dair eğitim uygulamalarına neredeyse hiç rastlanmıyor.

24 Temmuz 2007 Salı

2010 Öngörüleri Üzerine Beyin Fırtınası


Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği (AMPD) ile PricewaterhouseCoopers (PCW) Türkiye’nin ortak hazırladığı ‘Türk Perakende Sektörünün Değişimi ve Ekonomi Üzerindeki Etkileri’ raporunda 2010 yılında hızlı tüketim ürünleri pazarının Türkiye’de 199 milyar dolarlık büyüklüğe sahip olacağı ve organize perakendenin bu pazardan yüzde 45 pay kapacağı yazıyordu.

Umut verici bir öngörü, dileğim de bu yönde. Ancak hem bayilik sistemini revize edip modern mağazacılığa dönülmediği, hem de kayıt dışını önleme yolunda ciddi atılımlar atılmadığı takdirde bu öngörüler iyimserlikten öteye geçemiyor.

Dünyada gıda alanında trendler geçmişe dönüş ve nostalji rüzgarları estiriyor. Şimdi içkinin, peynirin, zeytinin, zeytinyağının, meyvenin, sebzenin doğalını, özelini satan butik dükkanlar yükselişte. Bir zamanların işini bilen, kalender şarküterileri, bakkalları, manavları şimdi Avrupa’da farklı görünümlerde cilalandı ve yeni trend oldu anlayacağınız... Her zaman söylediğim gibi işini bilen bakkal ölmez...

Peki cirolar nereden gelecek? Kozmetikten, müzikten, kitaptan, elektronik ürünlerden vb... Nitekim kişisel bakıma ayrılan bütçeler artıyor, müzik ve bilgisayar oyununa paraya ayırmaya meyilli ciddi bir kentli nüfus oluştu, cep telefonları, film oynatıcıları ve taşınabilir müzik sistemlerinin peynir ekmek modelinde satıldığını zaten biliyoruz.

Öte yandan daha batımızdaki sistem, tüketici satın almasını sürekli tetikleyecek dinamikler üzerinde giderken, bizde işler bu noktada karışıyor. Müzik, oyun ve film sistemlerini satıyorsun ama 25 liraya aldığın CD’yi 2 liraya, 40 liraya aldığın filmi 5 liraya, 200 - 250 liraya aldığın oyun DVD’sini 3 liraya satan varken bu işin organize perakende için gerisi yok... Senin sunduğun hizmet işportacılara yarıyor, sana değil ki... Bu konuda yasal tedbir almak kadar, yeni bir vergilendirme ve fiyat politikası belirlenmesi de gerekli.

Avrupa Birliği uyum süreci devam ettiği takdirde kayıt dışını önlemek adına ciddi tedbirler alınacaktır. Tabi ki henüz elektronik marketlerin, bu konularda devlete bastıracak, önemli yaptırımlar uygulatabilecek gücü ve etkinliği yok ama bu hızla büyüme yaşanırsa bu gücü elde etmeleri yakındır.

Benzerini biraz daha uzun vadede, bayilik sistemini değiştirmeleri için üreticilere baskı yapmaya başlayabilecek yapı marketler için de söyleyebiliriz. Teknoloji marketleri ve yapı marketler güçlerini artırıp alışveriş alışkanlıklarını değiştirmeye muktedir olursa, öncelikle üreticiler olmak üzere herkesin suyun değişen akış yönüne göre yeniden şekillenmesi gerekecek.

Inovasyon'un Gıda Perakendesinde Uygulanması Mümkün mü?


Inovasyon, daha önce yapılmayanı yapmak ya da kimsenin farkında olmadığı bir şeyi bulmak şeklinde tanımlanabilir. Dilimizde tam karşılığı ifade edilmese de “yenilik, farklılık” olarak tanımlanabilir. Eğer kâr amaçlı bir işletme iseniz, yenilik (inovasyon) yapmanın size ciro ve mümkünse kar artışı getirmesi beklenir. Ya da bir sonraki yazımda paylaşacağım örnekte olduğu gibi, ticari amaca odaklı olmayan bir yaklaşım bile, sonunda size kar sağlayabilir.

Yaklaşık 2 yıl önce hayatımıza giren bu kavram, tamamen küreselleşme ve onun getirdiği para, bilgi ve bazı bölgeler için insanın serbest dolaşımının ürünüdür. Bu serbestlik, sizi artık yerel rakiplerinizle çekişmek durumundan çıkarmış, dünyanın neresinde olursa olsun, sizinle benzer işleri yapan rakiplerinizle aynı pastayı bölüşmek durumunda bırakmıştır. Dolayısıyla diyebiliriz ki, dünya fiziki olarak yuvarlak (elips) olsa da, ticari olarak düzdür.

Kendi sektörümüzden yola çıkarsak, ister kabul edin ister etmeyin, artık dünyadaki tüm perakendecilerle aynı platformdasınız ve farklı, yenilikçi (inovatif) olmak zorundasınız. Bu farklılığı ortaya koyamazsanız, sermaye olarak sizlerden daha güçlü olan rakipleriniz, yok oluş nedeniz olabilirler.

Başka bir açıdan bakarsak, yenilikçi (inovatif) yaklaşımda yeri olmayan ama tüm perakendeci dostlarımın sıklıkla kullandıkları bazı sloganlar uzunca bir süredir beni düşündürüyor ve üzüyor. Kime baksam, en kaliteli ürün, en iyi hizmetle ve en ucuza kendilerinde satılıyor.

Beyler, kendimizi kandırmayalım!!! Hiç kimse en iyi hizmetle, en kaliteli ürünü, en ucuz fiyata sunamaz. Belki, optimum kalite ve optimum hizmet ile optimum fiyat mümkün olabilir. Diyelim ki, her şeyin en’i sizde var. Ama herkes sizinle aynı şeyleri söylüyorsa, yani her şeyin en’i bizde diyorsa, sizin diğerlerinden farkınız nerede?

Belki şöyle diyeceksiniz, “Tamam kabul ediyoruz, fiyatlarımız ve kalitemiz birbiriyle neredeyse aynı ama bizim hizmetimiz diğerlerinden daha iyi.” Sanırım, kime sorsam diğerinden daha iyi hizmet sunduğunu söyleyecektir. Gerçek ise, o kadar acı ki...

Gelin güneşe gözlerimizi kapamayalım ve yenilikçi (inovatif) yaklaşım için bir adım atalım. Bizi mahallemizdeki değil, dünyadaki rakiplerimizden farklı kılacak yenilikleri düşünmeye başlayalım. Bu farklılık, kar getirmeli ama yenilikçi (inovatif) yaklaşımın bir zorunluluğu daha var, o da sürekli yenilik (inovasyon) yapmak!

Çünkü, günümüz şartlarında şu saat sizin farklılık olarak ortaya koyduğunuz yaklaşım, iki saat sonra rakibiniz tarafından sizden daha iyi olarak uygulanabiliyor olabilir. Kopyacılığın, takipçiliğin ve teknolojinin bu denli hızlı olduğu bir dünyada bir seferlik yenilik (inovasyon), hiç birşey demektir.

Always Low Price (Daima Düşük Fiyat)
Bu oldukça bilindik bir slogan! Walmart tarafından yıllardır kullanılan bu sloganın çeşitli versiyonlarına rastlamak mümkün. Örnek mi? O kadar çok yerde rastlıyorum ki. Mesela “365 gün ucuzluk”...

Lütfen ikna edici olalım. Şu anki iş hacmimizi düşündüğümüzde, daima diğerlerinden düşük fiyat sunmamız nasıl mümkün olabilir? Alım şartlarımız nasıl ki, satış şartlarımız bu denli hayret verici olsun?

Başka bir şey gerek! Bizim mağazamızı diğerlerinden ayıran, farklı kılan ve sürekliliği olan bir şey!

Biliyorum, yadsınamaz bir gerçek daha var. Bu sektörümüzde inovasyon çok zor. Bir kere en temel engel, sizlerin işlerinizle çok fazla meşgul olmanız. Hem patron, hem yönetici, hem de icracısınız. Yenilik düşünecek vakit nerede?

Size işinizi profesyonellere bırakın, siz daha çok dışarıdan bakın. Böylece günü kurtarma derdinde olmazsınız, gelecek için projeler geliştirirsiniz, yenilik (inovasyon) yaparsınız, dersem alacağım karşılığı çok iyi biliyorum. “O halde iyi bir genel müdür bul” diyeceksiniz.

Bu sektörde iyi bir genel müdür bulmak, inovasyondan daha zor:) O nedenle, bir önceki paragrafı ne ben söylemiş olayım, ne de siz cevap vermiş olun.

Ancak, ister profesyonel destek ile ister kendi başınıza yapın, inovasyon işiniz için gerekli, bunu hep hatırlayın.

(Perakende.org yazarı Ergün Güler'in bir yazısıdır...)

10...9...8... Geri Sayım Başladı...

Önümüzdeki 5 yıl içinde sektörün nasıl şekilleneceğini hepimiz merak ediyoruz. Tahminlerimiz genelde diğer Akdenizli Avrupa ülkelerinde olduğu, ilk üç markanın payının yüzde 30’ları aşmayacağı yönünde. Bu tahmini yerli zincirlerin artık örgütlü olması, Ahi teşkilatına uzanan yüzlerce yıllık geleneğin yok olamayacağı ve özellikle Anadolu’da tüketicilerin yerli markalarına bağlılık göstereceği gibi kriterleri dikkate alarak yapıyoruz.

Osmanlı ile İpek ve Baharat Yolu’nda tarihleri kesişen İtalya, İspanya ve Portekiz üçlüsü, yerli perakende açısından örnek aldığımız modelleri oluşturuyor. Modern perakendecilik tarihimiz de kesişirse Türkiye bu üç ülke ile benzer yapılanmada ilerleyebilir. Ancak suyun akış yönünü bir anda değiştirebilecek olayları da yaşayabiliriz.

Senaryoların en bilineni tabi ki Wal – Mart’ın Türkiye’ye girmesinin Carrefour, Tesco ve Metro Group’u da tetikleyeceği ve dörtlünün seri satın almalara girişeceği. Bu senaryo için oyuncular hazır, filme çekilmesine ise tam da bugünlerde karar verilecek. ABD’li zincir Migros’u alarak Türkiye perakendesine adım atarsa ve kendisinden beklenilen agresifliği sergilemeye başlarsa suyun akışını değiştirebilir.

Dişine göre tek satınalma fırsatını es geçip Migros’u ve dolayısıyla Türkiye’yi kendi haline bırakırsa, geçmiş yıllarda olduğu kadar Wal – Mart’ı konuşmayacağız bundan sonra demektir. Wal – Mart’ın konuşulmadığı bir sektörde ise yerel ulusal dengesi, uzun süre önemli bir değişime uğramayacaktır.

Dolayısıyla sektörün kaderinin çizileceği altı aylık bir döneme girdik.

Gıda Sektöründen Mucit Çıkar mı? Çıkarsa Para Kazanabilir mi?

Gıdada başarılı bir proje aklınıza geldiği ve bunu uygulamaya geçirebildiğiniz takdirde ne olduğunu bile anlamadan Unilever, Ülker, Superfresh gibi grupların benzer ürünlerini tüm marketlerde görürsünüz.

Bir ay bile sürmez.

Bu durumda ya hiç denememek ya da parlak fikrinin başka ellerde nasıl daha da parladığına bakarken, kenarda durup kendi kendine bişeyler yapmak kalıyor geriye...

Öte yandan doğru üretim standartlarına sahipseniz. Büyük markalara herhangi bir segmentte fason üretim yapabilirsiniz.

Belli marketlerle anlaşıp onlara private label üretebilirsiniz.

Yani direkt marka yatırımı yapmadan önce üretimi büyüterek atıl kapasitenizi kullanıp, güçlü bir sermaye yapısına sahip olursunuz.

Eğer elinizi kolunuzu tek bir perakendeciye kaptırmadan, cironuzu birçok zincire bölerek belli bir seviyeye ulaşırsanız, artık kendi markanıza yatırım yapmaya başlarsınız. Bu noktada hem kaybedecekleriniz azalır hem tecrübeniz artmış olur.

Bir anda Kent, Koska, Ülker, Unilever, P&G olunmaz.

OIabileceğini sanıp yanlış kanallardan işe girince yıllarca küçük ölçekli bir firma olarak kendi yağında kavrulma çabası veriyorsun. Bu hiç değişmiyor, bir adım ileri bir adım geri sürekli aynı kalıyorsun...

Gıdaya doğru adımlar atarak girince bir noktadan sonra gerçekten büyüme şansın oluyor oysa ki...

27 Haziran 2007 Çarşamba

Yasalar Herkes İçin


‘Adalet hakkındaki yorumlarımız saatlerimize benzer. Hepimizinki başka bir şey gösterir ve herkes kendininkine itimat eder.’ Bu sözü ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum ama beynimin bir köşesine atmışım. Perakende sektörünü direkt veya dolaylı ilgilendiren, gerçekleştirilmiş ya da beklenen yasal düzenlemelerle ilgili izlediğimiz tepkiler bana yeniden hatırlattı.

Son günlerin konusu ise sebze meyve halleriyle ilgili olarak yürürlüğe konulan yeni yasal düzenlemeler... Çok sert tepkilerin yanı sıra daha ılımlı görüşler de var ancak uygulamanın biraz aceleye getirildiği de açık. Eksiklik olarak altının çizilmesi gereken asıl konu ise konunun ‘Hipermarket Yasa Tasarısı’nın dışında görüşülmesi ve bağımsız ele alınması.

Asıl eksiklik budur çünkü bu tip düzenlemelerin en çok etkilediği sektör perakende. Geçmişte bu örnekleri sıkça yaşadık. Gıda perakendesi, ticaret odalarında çok etkin şekilde temsil edilemiyor daha doğrusu toptancıların ağırlıklı olduğu gruplar tarafından temsil edilmeye çalışılıyordu. AMPD muhtemelen işler bu kadar ciddileşmediği ve yerel markalar da çok göz önünde olmadığı için dışarıdan bakıldığında ‘gıda dışı markaları temsil eden’ bir dernek gibi algılanıyor ve açıkçası biraz da bilerek o şekilde davranıyordu. Oysa bugün hem AMPD’nin karar sonrası gösterdiği dinamik tavır hem de yerli zincirlerin örgütlenmiş olması işlerin değiştiğini gösteriyor. Şu günlerde gıda perakendecilerini temsil eden meslek örgütlerinden görüş almadan düzenleme yapmak yanlış.

Tabi ki hassasiyet sadece bu konuyla da sınırlı kalmamalı. Yeni meclisi ‘pazar günleri kapanma’, ‘zararına satış’, ‘private label oranları’, ‘kent içinde gerçekleştirilecek yatırımların imar planlarının düzenlemesi’ ve benzeri birçok çetrefilli meseleyle dolu bir yasa bekliyor. Bu kararlar da verilirken ayrım yapılmadan sektörü temsil eden tüm yapılanmalardan faydalanılmalı.

Aysun Kayacı Satınalma İsteği Yaratır mı?


Dudak botoksu reklamı olsa şüphesiz evet... Ancak Pepsi markası için aynı fikirde değilim.

Örneğin RC ya da Kristal kola sermaye yapıları ve mevcut hedef kitleleri gereği böyle bir reklam yapmazlar. Ancak o ikisinden biri yapsa ve adını tekrar duyursa, bir enteresanlık sağlasa, bir haraket kazansa başarılı bulurdum.

Fakat Pepsi için yanlış bir tercih. Bu noktadaki bir firmanın adını sansasyonel şekilde duyuracak reklamlara değil satış arttırıcı reklamlara yönelmesi gerek.


Kadınlar için itici bir reklam evet. Öte yandan ben de mesela içecek olsam bile artık alıp sokakta Pepsi Max içmem. Pepsinin hedef kitlesi erkekler için de itici bir reklam.

Birini öpmek için Pepsi içmeye ihtiyacım var, çok azdım kimseyi bulamıyorum gibi saçmasalak bir imaj yaratmaya çalışmışlar sanırım.

Sonuç olarak Coca Cola'nın daha sade, akılcı ve çarpıcı kampanyalar yaptığı uzun süredir bilinen bir gerçek.

Pepsi'nin ise senaryosu zayıf ama prodüksüyonu güçlü, sırtını ünlü kullanımına dayayan ve bana göre her zaman ezeli rakibine göre çok daha başarısız işler çıkardığı da ortada.

Dünya Kendini Koruyor Merak Etmeyin

Dünyanın sonu gelebilir deniyor ama başaramayacağız...

Doğa sandığımızdan çok daha güçlü ve savunma mekanizması da gayet iyi işliyor.

Bunun için de uğraşıyor, etkiye tepki veriyor ki gayet normal. Ben dünyanın yerinde olsam nankör varlıkları üzerimden atıp rahat etmek için elimden geleni yapardım. O yine de insaflı davranıyor hâlâ...

Eskiden meşhur bir geyik vardı; ‘kapitalizm kendi sonunu getirecek’ diye. Sanırım bu iyi niyetli yaklaşımın göz ardı ettiği şey kapitalizmin tüm alt segmentlerinin birbirini beslediği.

Çok bilinçli, çok aklı başında, çok karizmatik, çok şey bilenlerimiz için de, daha sıradan takılan ama arada bir Bush'a küfür eden, kafasına cop yiyen foka içi daralan, niye bu kadar kötüyüz diyenlerimiz için de yeterince kızıl elma var. Bir şekilde sistemin dışında kalamıyor kimse.

Çevreyi falan kafaya takmadan parasını kazanıp takılan ya da parasını kazanmayıp evinde on litre su harcayarak halı yıkayanlarımız kendileriyle çelişmiyor en azından

Kapitalizmin sonu gelirse ortalıkta kutlama yapabilecek kimse kalmamış olacak.

25 Haziran 2007 Pazartesi

Wal - Mart Üzerine Pratik Bilgiler


Wal–Mart Effect’in yazarı Charles Fishman geçtiğimiz günlerde Türkiye’deydi. Toplantıya ben de katıldım.

Yazara göre çalışan sayısı ve etkisiyle dünya tarihinin en önemli şirketi olan kuruluş, Türkiye’ye girmek istiyor ama sıfırdan başlamaya niyeti yok ve uygun bir satın alma için fırsat arıyor. Fishman, ‘Wal–Mart’ın istediği üreticiyi batıracak gücü var ama birçoğunu da zengin etti. Onun kurallarına kendini uydurabilen kazanır’ diyor.

Wal - Mart'ı ilk defa, üniversitedeyken South Park'ın bir bölümünde tanımıştım. O bölümde kasabaya kurulan Wal - Mart yavaş yavaş kasabayı ele geçiriyordu. Ekip de makineleşmiş Wal Mart'a karşı kasabayı örgütlüyor ve sonunda mağazayı el birliğiyle yakıyorlardı. Ancak mağazaya naparlarsa yapsınlar o kendini geri getiriyor ve yaralarını tedavi ediyordu.

Şimdi izlediklerim daha anlamlı geliyor.

Amerika’da 4 bin 23 tane Wal-Mart mağazası bulunuyor. Bu mağazalar, Amerikalılar’ın yüzde 54’üne 5 mil uzaklıkta bulunuyor. Ortalama bir ABD vatandaşı bir şeye ihtiyaç duyduğunda ulaşabileceği en kolay seçenek her zaman Wal–Mart.

Şirketin en önemli özelliği inanılmaz yaygınlığı ve gücüne karşın yeni mağazalarla büyümeyi otomatikleştirmiş olması. ABD’de haftada 6, yılda ortalama 300 yeni mağaza açan şirket, 2007’nin ilk ayında ise bir rekor kırarak bir ayda 72 yeni mağaza açtı.

Büyük bir şirket olmasına karşın ve doğal olarak hantal olması beklenmesine karşın, karar alındıktan sonra uygulama sürecini çok hızlı gerçekleştiriyor. Proje kesinleştirildikten sonra ise mağazanın bir an önce faaliyete başlaması için maksimum hız ve performans gösteriliyor. Girdiği eyaletlerde başarılı yerli perakende markalarını satın almayı tercih eden şirket, uyumla ilgili bütün detayları olabildiğince hızlı gerçekleştirip, tabelaları aynı anda değiştiriyor.

Wal–Mart mağazalarında indirimler mümkün olduğunca yuvarlak rakamlarda yapılıyor ve 99 ibaresi fiyat etiketlerinde kullanılmıyor. Wal–Mart’ın yapmaktan hoşlanmadığı şeylerden biri de indirim kampanyaları. Örneğin ABD’de en ucuz kola Wal–Mart’ta ve fiyatı da yıllardır sabit. Ancak diğer perakendeciler zaman zaman indirim kampanyalarıyla bu fiyatın altına inebiliyor. Wal–Mart ise bu fiyatı hiç oynatmıyor, azaltmıyor ve artırmıyor. Çok iyi sattığı ürün segmentlerinde bunu sıkça yapıyor. Bazı ürünlerde yıllara dayanan sürede, o kadar uzun süre ucuz fiyat uyguluyor ki artık bu ürün alınacaksa Wal–Mart’tan başka yerden alınmaz imajını yerleştiriyor. Şu dakikadan sonra diğer perakendeciler, kolada ne kadar sert indirimler yaparsa yapsın bu artık Wal–Mart’ın kola satışlarını çok etkilemiyor.


RAKAMLARLA WAL - MART

127 milyon: Her hafta Wal-Mart’ta alışveriş eden Amerikalı sayısı.

140 bin: Tipik bir Wal-Mart süper-merkez stoklarındaki farklı ürün sayısı.

7,5 yıl: Eğer her gün, hiç durmadan, günde 50 ürün alırsanız, Wal-Mart’ta her farklı üründen bir tane almak için geçecek zaman.

Dakikada 23 bin 212 dolar: Günün her dakikasından Wal-Mart’ta gerçekleştirilen kâr miktarı. Tipik bir şirketin bir yılda yaptığını Wal-Mart bir dakikada yapar.

Saatte 38 milyon dolar: Wal-Mart’ta yılın her günü, her saat gerçekleşen satışlar.

6: Wal-Mart’ın ABD’de 2006 yılında her hafta açtığı yeni mağaza sayısı.

70: Wal-Mart’ın ABD’de Ocak 2007’de açtığı yeni mağaza sayısı; haftada 15 mağazaya denk geliyor...